Kâtip Efendi’yle onun dostu Kul Cemal’i tanır mısınız? Çıkaramadıysanız anlatayım bizimkilerin hikâyesini:
Kâtip Efendi’nin bakışlarında leylâlık gören tabipler, bundan sonra yapılacak işin tedbil-i teneffüs olduğunu deyince payitahttan uzaklaştırmanın yollarını aramışlar. Yoldaşlarından biri, “Bu herif bir kuşlara bir de denize meftundur.” deyi Kâtip’i ancak deniz vasıtasıyla varılabilen, terk edilmiş eski bir Rum köyüne taşımış.
Tabibin, “Kitaptan uzaklaşsın, yazmayı bıraksın, insanlarla bir arada olsun.” lafını unutan yoldaşı, köyde bir tek Kâtip’in kalacağını görünce ettiği hatanın tövbesine tutuşmuş. Üstüne bir de Katip, defterini ve kalemini çıkarmasın mı? Yol boyu vay vay Mehmet’in, Satı ebesinin ve Kul Celal’in ruhlarına fatiha okuyan Kâtip, köyün toprağına ayağını değdirirken Rumların da rüyalarına fatiha okumayı ihmal etmemiş.
Yalnız, yoldaşı Kul Cemal bir köşede tabiple haberleşe dursun, Katip onun dahi gönlünü hoş etmiş: “Endişelenme kardaş, ben ilacımı bilirim. aha deniz aha balık. Aha somun aha soğan. Yazarken kağıda, yüzerken denize gözyaşım düşüverirse esas tabip o olur.”
Kul Cemal, Kâtip’in balık bilmezse Hâlık bilir sözüne atıf mı yaptığını tartmış lakin iş o babdan da gayrıymış. ****“Dinle beni Kul Cemal, sen şimdi bin kayığına yol al, bak a ben burada tek başıma hem yüzebilir hem yazabilirsem bil ki iyileşmişim”.
Kul Cemal, korksa da Kâtip’in sözünü emir bilmiş. Akşama doğru kayığıyla köye yaklaştığında denizin dalgalandığını görmüş, defterin baştan sona dolduğunu fark edince dayanamayıp sormuş: “Sen Katip, kendine ne’ttin böyle de bunca anlatacak dert biriktirdin?” Kâtip gülümsemiş, ortasına vurup ikiye parçaladığı soğanın yarısını Kul Cemal’e vermiş. Cemal acıyı ısırdıkça yanmış, yandıkça gözleri yaşarmış. “Dert dediğin soğan gibi ortadan ayrılmıyor Kul Cemal. Gene de yarısı denizde yarısı kağıtta kalsın istedim. Bil ki ben dertliysem iyiyimdir, dertsiz kalmışsam hastayımdır. Kalk da kayığa binelim, yazdıklarımı dertlilere bildirelim.”